Reha Muhtar’ın 13.06.2007 tarihinde Vatan Gazetesi‘nde yayınlanan yazısı…
UFUK ‘CENNETTE YERİM HAZIR’ DEMİŞTİ…
Yaşam vasatlar için cennet; zeki, farklı, iddialı ve tutkulular için cehennemdir…
Zeki, farklı, iddialı ve tutkulu insanları vasatlar zaten sevmez, çünkü kendilerinden değillerdir…
Vasat dayanışmaların içine alınmaz o insanlar ve yalnız kalmaya mahkumdurlar…
Kendileri gibi, farklı, iddialı ve tutkulu insanlarla beraber olmaları da çok zordur, çünkü bir yerde birbirlerinin ayağına mutlaka basmak zorunda kalırlar…
Pelerin tipi yeşil bir paltosu vardı, onu giydi mi gri Ankara’nın hava kirliliğiyle katmerlenmiş derin griliğinde ‘kim bu farklılık’? sorusunu uyandırırdı …
Farklı olmayı severdi, sürüden olmayı kendine yediremezdi…
Sürüden olanı, sürüden davrananı, sürüdeki gibi konuşanı sevmezdi ve küçümserdi…
Bir gün yine çok heyecanlanmış dönüp bana, ‘bize çok iyi hayat yaşıyoruz diye bok atıyorlar’ demişti, ‘Ama bilmiyorlar ki, her şeyi kaybetme riskini göze alıp hayata sıfırdan başlama cesareti gösterdik… Risk alan kazanır, çünkü kaybetmeyi göze almıştır… Onlar kaybetmeyi göze alamadılar, onun için kazanamıyorlar…’
İkimiz de Ankara’da başlamıştık gazeteciliğe…
Gencecik yaşlarda ben Atina’ya, o Washington’a yollanmıştık…
O kentlerden İstanbul’a döndüğümüzde bir karar vermemiz gerekiyordu…
Ya bildiğimiz yere Ankara’ya gidecek ya da İstanbul’da sıfırdan başlayacaktık…
Washington’dan geldiğinde cebinde 30 doları vardı…
Ve cebinde hiçbir şeyi yokken, bildiği bir işi yaparak durumunu sağlamlaştırmayı değil, hiç bilmediği televizyon haberciliğine girişerek yepyeni bir maceraya atılmayı yeğledi…
Ben bir öğle yemeği parasına televizyon programı yapmaya başlarken, o cebindeki 30 dolarla televizyon haberciliğine sıfırdan başlamıştı…
‘Risk alan kazanır, çünkü kaybetmeyi göze almıştır… Onlar kaybetmeyi göze alamadılar’ diyordu…
***
Sürüyü sevmezdi, sürüden olanları sevmezdi, sürüden gibi konuşanlardan hazetmezdi ve onun için herkesin yaptığının aksini yapmaktan zevk alırdı…
Zekasını sınıyordu, zekasından keyif alıyordu…
Herkesin dediğini değil, kendi bildiğini yapmaktan tat alıyordu, aslında o onu farklılaştırıyordu…
Tıpkı gri Ankara’nın hava kirlilğine karışmış katmerli griliğinde, pelerin tipi yeşil paltosuyla farklılaştığı gibi…
Bir gün yine başbaşa dertleşirken, ‘ben cennetliğim’ demişti…
Anlamamış ‘yine ne yumurtlayacaksın” gibisinden suratına bakmıştım…
‘Bilemezsin neler çektiğimi… İnan bu yaşadıklarımın karşılığı cennette yerim hazır…’ demişti…
Buna gerçekten inanmıştı…
Ne olmuştu da mekanının cennet olacağına karar vermişti, söylemem…
Onunla ilgili gizli bir şey kalsın diye değil, yaşayanlara saygısızlık etmek istemememden…
Onu çok iyi biliyorum, şimdi o bulunduğu yerden bu olayın daha fazlasını söylememi istemiyor…
***
Farklı, iddialı ve tutkulu insanlar yalnızdırlar…
Vasat onları benimsemez…
Kendileri gibi olanlarla da mutlaka birbirlerinin ayaklarına basacaklarından çatışırlar…
Onun için yalnızlığa mahkumdurlar…
Ufuk da hayata yalnız başladı, yalnız yürüdü, zirveleri ve yerin dibini yalnız başına gördü…
Ama son yıllarında müthiş bilge bir hal almıştı…
Artık kendisi gibi tutkulu, iddialı ve farklı insanlarla iletişim ve sinerji kurabilmeyi başardı…
Kendi gibi olanlarla her zaman kavga etmek zorunda olmadığını fark etti ve çok bilge bir değişimin altına imza attı…
Bir, iki kişi hariç zamanında onun ayağına basmış olanları bile sağnak altında bırakmadı, onlara şemsiye oldu…
Dostluk elini uzattı…
Gözümün önünde ‘benim mekanım cennet’ dediği bir bahar öğleden sonrası var…
Bir de birkaç gün önce gördüğüm, beyaz sakallı nur yüzlü gülüşü…
Hoşçakal kardeş…
***