15 Mayıs 2011 Pazar

Eurovision 2011'in ardından...


Bir Eurovision şarkı yarışmasını daha geride bıraktık. Genel kanının aksine, "Türkiye nasıl olur da elenir?" sorusunun bende fazlasıyla tatmin edici bir cevabı vardı. Avrupa'nın dört bir köşesine dağılmış "gurbetçilerimizin" desteği bile yeterli derecede gerçekleşmemişse, ortada şapkayı önümüze koyup düşünmemizi gerektiren ciddi bir problem olduğu gerçeğiyle yüzleşmemiz gerektiğinin zamanı çoktan gelmiş, belli ki.

Söz konusu futbol olduğu zaman, Türk futbolunun bir adım daha ileri gidebildiği yegane anlar, kendisine bir "futbol aklı" ithal edebildiği ya da içinden yaratabildiği anlardır ya, bu da aynı mesele.

Malesef, ülke olarak bir "müzik aklı" geliştirememenin sonuçları bunlar. Final gecesini baştan sona izlerken, nüfusları İstanbul'un mütevazi bir ilçesinin nüfusundan daha az olan minicik ülkelerin yarışmaya gönderdikleri sanatçıların yeterliliklerine, şarkılarının müzikal kalitesine ve müziğe olan yaklaşımlarına bakınca, onlara yetişebilmek için katetmemiz gereken mesafenin ne kadar uzun olduğunu bir kez daha şahit oldum. Daha üzücü olan, bu mesafenin kapanabileceğine dair en ufak bir umut kırıntısı bile yok malesef.

Müzisyenleri bir kenara koyalım ve aşağıdaki sorulara cevap bulmaya çalışalım. Bu soruların muhtemel cevapları zaten yoruma gerek kalmayacak şekilde bazı şeyleri açığa kavuşturacaktır:

* Ortalama bir Türk vatandaşının, müzik ile ilişkisi nedir?

* Türkiye nüfusunun yüzde kaçı bir enstrüman çalabilir?

* Türkiye nüfusunun yüzde kaçı çok sesli müziğin ne anlama geldiğini açıklayabilir?

* Türkiye nüfusunun yüzde kaçı klasik müzik ve batı müziği dinlemeyi tercih etmektedir?


Eskiden Melih Kibar'lar, Turhan Yükseler'ler, Onno Tunç'lar, Garo Mafyan'lar vardı. Gencecik cumhuriyetimizin yetiştirdiği, kendilerini geniş müzik birikimiyle donatmış kaliteli müzik adamlarımız vardı. Bugün kimler var? Bende bu sorunun bir cevabı yok.

Eskiden, şarkılarımızı iyi kötü birer juri vasıtasıyla seçer, öyle gönderirdik. Farklı profillerde, farklı müzisyenler Türkiye'de bir ön elemeden geçer, jurinin karşısına çıkardı. Türkiye'nin seksen bir ilinde (genel seçim arifesinde, umarım bu rakam hala geçerlidir) juriler olsun demiyorum ama, en azından müzik insanlarının oluşturduğu bir jurinin karşısına çıkılamaz mı? Yetenek Sizsiniz'de bile juri var yahu! Üstelik böyle bir ön seçim, daha çok genç müzisyeni cesaretlendirmez mi?

Senelerdir Sertap Erener'in başarısından yiyoruz. Nasıl olsa Avrupa'nın her yerinde gurbetçiler var, onlar bizi kurtarır sanıyoruz. TRT'nin bilmem hangi kurulundaki birilerinin paşa keyiflerinin beğendiği müzisyene şarkı ısmarlamaları süreciyle Eurovision'a parça gönderiyoruz. Ne kadar hop hop varsa, o kadar SMS gelecek zannediyoruz. Ama artık deniz bitti malesef. Gurbetçiler de attı tokadı. Bakalım rüyadan uyanıp kendimize gelebilecek miyiz?

Kantitatif olmayı bırakıp, kalitatif olmak durumundayız. Eurovision 2010 yılına kadar bir kaç sene kalitatif dengelere dönene kadar bir kaç sene bocaladı, ama 2010'dan itibaren doğru yolu buldu. Ülkeler yeniden kaliteli müzikal eserler göndermeye başladılar. Biz buna seyirci kaldık.

2011'in birincisi Azerbaycan, yukarıda değindiğim "müzik aklı" transferini çok başarılı bir şekilde gerçekleştirdi, hem de senelerden beri. 2008'de Elnur & Samir, 2009'da Aysel & Arash, 2010'da Safura ve nihayetinde 2011'de Ell & Nikki ile bağıra bağıra gelen bir birincilik... Tam üç senedir İsveç'li bir beste/aranjman ekibi ile çalışıyorlar. Fatih Terim'in dördüncü senesinin sonunda Galatasaray'a UEFA kupasını kazandırması gibi. 2008'de 8.ci, 2009'da 3.cü, 2010'da 5.ci ve 2011'de 1. oldular. Azerbaycan'ın başarısı kesinlikle hakedilmiş bir başarıdır. Her defasında dünya müzik trendleri ve Eurovision gerçekleriyle bağdaşan, "güncel" parçalar gönderdiler. Birinciliklerinde mutlaka bizim finallerde olmamamızın getirdiği "oy kaymasının" payı vardı ama, parçalarının birinciliğine kimse itiraz edemezdi.

Almanya'ya koskoca bir bravo. Sanıyorum ki, uzunca bir süre teknolojik ve görsel anlamda böylesine bir sunumun yanına yaklaşılması zaman alacak. Otomobilde Mercedes, BMW ne ise, Eurovision evsahipliğinde de Almanya o. Düsseldorf Arena'nın muhteşem dizaynı ve atmosferi bir yana, şarkı aralarında gösterdikleri klipler bile görsel ve kareografik anlamda o kadar iyi yönetilmiş ki, genç sinemacılarımızın kendilerine örnek alabilecekleri bir çok güzellik vardı bu kısa filmlerde.

Bir de, Almanya'nın yeni dünya görüşü doğrultusunda, her parça öncesi, sıradaki ülkenin Almanya'da yaşayan öğrenci ve azınlıklarından görüntüler verdiler. Bunun altında çok zekice kurgulanmış politik bir mesaj da vardı: "Yeni Almanya, kökleri dünyanın bir çok ülkesinden gelen öğrenci, işçi vs. nin Almanlar ile barış içinde yaşabilecekleri bir ülkedir". Bunun bir adım sonrası, ABD vari bir yapı olacak gibi geliyor bana.

Yarışmaya geri dönersek, puanlamanın son anlarında atak yapan İtalya, herkese güzel bir ders verdi. Güzel bir parça, caz da olsa, rock da olsa, pop da, latin de olsa, güzel bir parçadır ve güzel bir parça dünyadaki herkes tarafından dinlenip sevilebilir, beğeni toplar.

İngiltere gene umduğunu bulamadı. Tüm ülkeler ingilizce parçalar gönderiyorlar ve kazanıyorlar. İngiltere, kendi ana dilinde senelerdir kazanamıyor. İnternette İngiltere ile dalga geçiyorlar: "What's blue and can't sing?" Cevap "Blue".

Slovenya'nın Anastacia benzeri parçası çok başarılı olmasına rağmen, şu gerçeği de bize bir kez hatırlattı. "Gerçeği varken, kimse benzerini istemiyor".

Almanya'nın solistini geçen sene ve bu sene de beğenmemiş olsam da, bu seneki parça, sanki Eurovision parçalarını bir adım yukarı çekmek, uzay vizyonuna yaklaştırmak ister gibiydi. O yönden takdirimi topladı. Ne dersiniz, Lena üçüncü kez de katılır mı seneye?

Almanlara hep ciddi derler, taştan yürekli derler. Ama Alman sunucuların yarı finaller ve final boyunca sergiledikleri başarılı ve esprili sunumu bizde işi sulandırmadan yapabilecek bir kişi de çıkmaz, iddia ederim.

Daha yazılabilecek bir kaç ülke var elbette. Belki zaman içinde bu yazıya eklerim sonradan.


Bir Litvanya'nın, bir Avusturya'nın şarkılarını dinleyince, acaba bir gün biz de böyle bir solist ve böyle bir eser gönderebilir miyiz diye kendime soruyorum. Tuba Önal, neredesin? Reklam jingle'larından vakit bulup Eurovision'a katılmayı düşünmez misin?