14 Haziran 2007 Perşembe

Ufuk ‘Cennette Yerim Hazır’ Demişti...

Reha Muhtar’ın 13.06.2007 tarihinde Vatan Gazetesi‘nde yayınlanan yazısı…

UFUK ‘CENNETTE YERİM HAZIR’ DEMİŞTİ…

Yaşam vasatlar için cennet; zeki, farklı, iddialı ve tutkulular için cehennemdir…

Zeki, farklı, iddialı ve tutkulu insanları vasatlar zaten sevmez, çünkü kendilerinden değillerdir…

Vasat dayanışmaların içine alınmaz o insanlar ve yalnız kalmaya mahkumdurlar…

Kendileri gibi, farklı, iddialı ve tutkulu insanlarla beraber olmaları da çok zordur, çünkü bir yerde birbirlerinin ayağına mutlaka basmak zorunda kalırlar…

Pelerin tipi yeşil bir paltosu vardı, onu giydi mi gri Ankara’nın hava kirliliğiyle katmerlenmiş derin griliğinde ‘kim bu farklılık’? sorusunu uyandırırdı …

Farklı olmayı severdi, sürüden olmayı kendine yediremezdi…

Sürüden olanı, sürüden davrananı, sürüdeki gibi konuşanı sevmezdi ve küçümserdi…

Bir gün yine çok heyecanlanmış dönüp bana, ‘bize çok iyi hayat yaşıyoruz diye bok atıyorlar’ demişti, ‘Ama bilmiyorlar ki, her şeyi kaybetme riskini göze alıp hayata sıfırdan başlama cesareti gösterdik… Risk alan kazanır, çünkü kaybetmeyi göze almıştır… Onlar kaybetmeyi göze alamadılar, onun için kazanamıyorlar…’

İkimiz de Ankara’da başlamıştık gazeteciliğe…

Gencecik yaşlarda ben Atina’ya, o Washington’a yollanmıştık…

O kentlerden İstanbul’a döndüğümüzde bir karar vermemiz gerekiyordu…

Ya bildiğimiz yere Ankara’ya gidecek ya da İstanbul’da sıfırdan başlayacaktık…

Washington’dan geldiğinde cebinde 30 doları vardı…

Ve cebinde hiçbir şeyi yokken, bildiği bir işi yaparak durumunu sağlamlaştırmayı değil, hiç bilmediği televizyon haberciliğine girişerek yepyeni bir maceraya atılmayı yeğledi…

Ben bir öğle yemeği parasına televizyon programı yapmaya başlarken, o cebindeki 30 dolarla televizyon haberciliğine sıfırdan başlamıştı…

‘Risk alan kazanır, çünkü kaybetmeyi göze almıştır… Onlar kaybetmeyi göze alamadılar’ diyordu…

***

Sürüyü sevmezdi, sürüden olanları sevmezdi, sürüden gibi konuşanlardan hazetmezdi ve onun için herkesin yaptığının aksini yapmaktan zevk alırdı…

Zekasını sınıyordu, zekasından keyif alıyordu…

Herkesin dediğini değil, kendi bildiğini yapmaktan tat alıyordu, aslında o onu farklılaştırıyordu…

Tıpkı gri Ankara’nın hava kirlilğine karışmış katmerli griliğinde, pelerin tipi yeşil paltosuyla farklılaştığı gibi…

Bir gün yine başbaşa dertleşirken, ‘ben cennetliğim’ demişti…

Anlamamış ‘yine ne yumurtlayacaksın” gibisinden suratına bakmıştım…

‘Bilemezsin neler çektiğimi… İnan bu yaşadıklarımın karşılığı cennette yerim hazır…’ demişti…

Buna gerçekten inanmıştı…

Ne olmuştu da mekanının cennet olacağına karar vermişti, söylemem…

Onunla ilgili gizli bir şey kalsın diye değil, yaşayanlara saygısızlık etmek istemememden…

Onu çok iyi biliyorum, şimdi o bulunduğu yerden bu olayın daha fazlasını söylememi istemiyor…

***

Farklı, iddialı ve tutkulu insanlar yalnızdırlar…

Vasat onları benimsemez…

Kendileri gibi olanlarla da mutlaka birbirlerinin ayaklarına basacaklarından çatışırlar…

Onun için yalnızlığa mahkumdurlar…

Ufuk da hayata yalnız başladı, yalnız yürüdü, zirveleri ve yerin dibini yalnız başına gördü…

Ama son yıllarında müthiş bilge bir hal almıştı…

Artık kendisi gibi tutkulu, iddialı ve farklı insanlarla iletişim ve sinerji kurabilmeyi başardı…

Kendi gibi olanlarla her zaman kavga etmek zorunda olmadığını fark etti ve çok bilge bir değişimin altına imza attı…

Bir, iki kişi hariç zamanında onun ayağına basmış olanları bile sağnak altında bırakmadı, onlara şemsiye oldu…

Dostluk elini uzattı…

Gözümün önünde ‘benim mekanım cennet’ dediği bir bahar öğleden sonrası var…

Bir de birkaç gün önce gördüğüm, beyaz sakallı nur yüzlü gülüşü…

Hoşçakal kardeş…

***

10 Ocak 2007 Çarşamba

Popüler kültür, yüksek kültür

Kitle kültürünün ya da popüler kültürün şimdi aşağı yukarı iki yüz yaşında olan eleştirisi, çağdaş haliyle dört ana tema üzerinde duruyor:

  1. Popüler kültür yaratmanın olumsuz özelliği. Popüler kültür sevimsizdir; çünkü, yüksek kültürün aksine, kar zihniyetli yatırımcılar tarafından sadece parasını ödeyen izleyiciyi memnun etmek üzere, toptan üretilir.
  2. Yüksek kültür üzerindeki olumsuz etkiler. Popüler kültür yüksek kültürden alıntı yapar, böylece onu ayağa düşürür; ayrıca geleceğin pek çok yüksek kültür yaratıcısını baştan çıkartır, böylece onun yetenek kaynağını tüketir.
  3. Popüler kültür izleyicileri üzerindeki olumsuz etkiler. Popüler kültür içeriğinin tüketilmesi en iyi olasılıkla sahte mutluluklar yaratır, en kötü olasılıkla da, izleyiciye duygusal olarak zarar verir.
  4. Toplum üzerindeki olumsuz etkiler. Popüler kültürün yaygınlaşması yalnızca toplumun kültürel -ya da uygarlık kalitesini düşürmekle kalmaz, aynı zamanda diktatörlüğe eğilimli demagogların kullandığı kitle ikna yollarına tuhaf bir biçimde ilgi gösteren, edilgen bir izleyici kitlesi yaratarak totaliter rejimlere çanak tutar.

(Herbert J. Gans, YKY Yayınları)

1 Ocak 2007 Pazartesi

Neyin bayramı? - 2

Geçen seneden bu yana değişen hiçbir şey yok. Televizyonda İstanbul Boğazı’nın derelerin denize döküldüğü yerlerde denizin kıpkızıl bir renge büründüğünü gösteren görüntüler. Otoyol kenarları, futbol sahaları, park ve bahçeler… Uyanık “vatandaş” nerede uygun gördüyse şipşak halletmiş işini. Kurbanını kesmiş. Çok sevaba girdiğini düşünüyor. Bir türlü dost olamadığımız futbol sahalarında kutsal ibadeti yerine getirirken herkes kardeş. Kale direklerine asmışlar kurbanlıkları. Daha doğrusu gerçek adlarıyla koyun, kuzu, koç ve diğer küçük-büyük-baş hayvanları. Bu kadar vahşeti ancak ortaçağda ülkelerin bağımsızlıklarını kazanırken verdikleri kurtuluş savaşlarını konu alan Holywood filmlerinde görüyoruz.

Her bayram öncesi, belediyenin tahsis ettiği yerler haricinde kurban kesen kişilere şu kadar para cezası (2006 yılı itibariyle 54 YTL gibi komik bir rakam) verilecektir gibi bir açıklama yapılır. Bu açıklama kaynar gider, her sene de bu sahneler yaşanır ve zabıta ceza kesmez. Muhtemelen zabıta ceza kesecek olsa hemen “sen dinsiz misin?” diye karşısına dikilir vatandaş. Kurban kesim yerlerindeki görüntü de ayrı komedi. Kuyrukta bekleyenler 54 YTL’yi ödeyip sokakta, yolda, futbol sahasında, park ve bahçede kesmeye razı. Sen cezayı 54 YTL yaparsan böyle razı olur insanlar. Ne zaman, ama ne zaman bu eylemlere caydırıcı cezalar verilecek? Boğazı kana boyamanın cezası nedir?

Küçük bir çocuksunuz, bayramdan bir iki gün önce babanız şirin mi şirin bir yaratık getiriyor size. İki gün boyunca seviyorsunuz, belki en iyi arkadaşınız oluyor… Bayram sabahı kalkıyorsunuz, anne babanızın elini öptükten sonra bahçeye çıkıyorsunuz, bir bakıyorsunuz yerde kanlar var, babanız ve başkaları arkadaşınızı kesmiş. Bu çocuğun yaşadığı bu travmayı, hayat boyu izler bırakacak bu şok anını nasıl tarif edebilirsiniz?

Saldırgan, geçimsiz, tahammülsüz, saygısız insanlara dönüşmüş olmanın temelinde çocuklukta yaşanan bu travmaların çok büyük payı var. Babaların ellerine bıçak tutuşturduğu, birbiriyle şakalaşan komşu çocukları, bir canlıyı hem de iğrenç bir şekilde öldürmenin kabul edilebilir bir olay olduğuna o çocuk aklıyla kanaat getiren ufacık beyinler, büyüyünce o bıçakları çocukluklarının kınından çıkarmakta pek tereddüt etmeyeceklerdir…

Not: Bayramın ilk gününde İstanbul’da 8 kişiye 54′er YTL para cezası kesilmiş.