24 Haziran 2006 Cumartesi

Hazır olmanın bedeli

Gece yarısı karnınız acıktı ve evde yiyecek bir şey yok, ne yaparsınız? En yakın 7 Eleven şubesine gitmek bir çözüm olabilir. Gece vardiyasında çalışan elemanın bir sosisli ya da burger hazırlamasını bekleyip açlığınızı giderirsiniz. Yediğiniz tatsız tuzsuz fast-food yiyeceği muhtemelen gündüz vakti yemeyi tercih etmezdiniz, ama bu saatte başka şansınız yok ve kötü de olsa açlığınızı bastırdınız, buna da şükrediyorsunuz. Peki neden 7 Eleven tercihiniz oldu? Çünkü o saatte bir tek orası açık. Diğerleri neden açık değil? Çünkü bunu tercih etmiyorlar. Kaynak ayıramıyorlar, elemanları yok, güvenlik nedenleri vs… Peki 7 Eleven’ın fiyatlarının yüksekliğinden şikayet ettiniz mi hiç? Muhtemelen evet. Neden yüksek fiyatları? Çünkü 24 saat açık olmanın bir maliyeti var ve bu maliyet yüzünden fiyatları yüksek. O yüzden az önce yediğiniz sosisliye 3 katı fiyat ödediniz.

Şirketler milenyum krizinden dolayı büyük zararlara uğramamak için başka danışman şirketlere neler ödediler? Ünlü bir şarkıcının konserini organize eden şirket, her şeyin dört dörtlük olması için karından ne kadar fedakarlık etmeyi göze alır?

Şimdi kendi hayatınıza dönün, bu örnekleri kendi hayatınıza uyarlayın. Neler için hazır olmanız lazım ve bunun için ne bedel ödüyorsunuz? Sevdiğiniz biri çok hasta olabilir ve onu kaybedeceğiniz güne kendinizi hazır tutmak için onun hayatta olduğu günlerin size bedeli nedir? Sokağa bırakmak zorunda olduğunuz bir eşyanızın çalınma ihtimaline karşın sigorta şirketine ödediğiniz bedel nedir? İnişli çıkışlı hayatınızda her zaman güçlü, her zaman yıkılmaz, her zaman dimdik ayakta mı oldunuz? Hiç sanmam. Güneşin sizin için parlamadığı zamanlarda zararlara uğradınız değil mi? En güçlü anlarını yaşadıklarını zannedenler etinizden bir parça koparırken sizden izin alacak değillerdi herhalde. Tanımadığınız güçlüler, tanıdığınız güçsüzler, hangisi daha tanıdık, hangisi daha güçlü?

Bir gün öleceksiniz, ölüme hazır olmak için ödediğiniz bedel nedir? Bu bedelin adı hayat olabilir mi?

16 Haziran 2006 Cuma

Dünyanın kupası

Aylar önceden başladılar. Hepsi aşağı yukarı aynı konuyu işliyordu. Futbolun “sokak” ruhunu işleyen reklamlar. Sözüm ona, gene paranın karşı koyulamaz kokusuyla endüstriselleşen futbola tepki reklamları idi bunlar. Sadece futbol, güzel futbol, gerçek futbol… Sahaların hırçın çocuğu Eric Cantona bile bir galeyan içinde stüdyo basıyor, Viva le resistance, yaşasın direniş pozlarında bizlere güzel oyunu anlatıyordu. İlk başlarda ben de bu haykırışları samimi ve sempatik bulmuş, birileri bir şeyler yapmaya çalışıyor diye düşünmüştüm. Ta ki dün Ronaldinho’yu bir ciklet reklamında görene kadar. O an her şeyi anladım. Ortada bir takım yetenekli adamlar var. Akrobatik anlamda maharetli, atletik ve estetik olarak sporcu görünümüne uygun bir takım “futbolcu”lar. Futbolcu olarak sadece futbol oynamakla kalmıyorlar, artık futbol da satıyorlar. Futbol endüstrisinin ürünlerini güzel oyun dolduruşlarına inanan biz saf insanlara satıyorlar. Defalarca farklı kamera açılarıyla çekilen, yüzlerce defa montajdan geçen, bilgisayar destekli sanal stüdyolarda maçlar yapılan, bol hormonlu ses efektleriyle desteklenen bu futbol anlarının büyüsüne kapılan bizlere futbol satıyorlar. Adeta, biz sizler gibi futbolcu olamadık, kafamızı bir sürü gerekli gereksiz bilgiyle doldurmamıza rağmen sizler kadar iyi para kazanamıyoruz, sizler kadar sağlıklı yaşayamıyoruz, sıkış tıkış apartman dairelerinin içinde huzur arıyor, ev ve şanslıysak ofis arasında bize benzeyen bir sürü insanla yan yana gidip geliyoruz ve bu curcunamızdan bir an kafamızı yukarı kaldırınca da sizleri görüyoruz, esasında Nike, Adidas, Puma’yı görüyoruz, Coca Cola, Pepsi, Loewe gibi kupa pastasından pay kapmaya çalışan tek amacı kar olan işletmeleri görüyoruz. Aynı Ramazan aylarında yeşil dini cübbeye bürünüp din dersi veren gazeteler gibi, yeşil çimene bürünüp futbola olan sevgimizden faydalanan işletmeler.

Herkes aynı konuda hem fikir, Ronaldinho çok sempatik, çok yetenekli, dünyanın en iyi futbolcusu… Dünyanın en çok kazanan futbolcusu. Madem tek derdin futbol, madem Brezilya’nın kumlarından varoldun geldin, tüm reklamlara çıkman mı lazım? Tüm bu meşin yuvarlağı sonsuza dek vücutlarında sektirebilen futbolcuların, elbirliği etmişçesine etlerinden, sütlerinden ve yünlerinden faydalanılmasına bu kadar izin vermeleri mi lazım? Pepsi reklamı için, Adidas reklamı için paranın kokusunu alıp bir araya gelen bu altın kadrolar, acaba telefonlaşıp bir halı saha maçı yapmışlar mıdır, ya da doğup varoldukları Brezilya kumlarında taştan kale direkleri arasında bir çıplak ayak futbol maçı? Kaç tanesi servetinin küçücük bir bölümünü bazılarının renklerini de paylaştığı Afrika’nın o cılız insanlarının doyurulması için feda etmiştir mesela?

Koskoca Dünya kupası, o kadar çok insan ve kurum ekmek yiyor ki, bir günün maç hasılatı yoksullara bağışlanıyor da bilmiyor muyuz acaba? Yoksa biz masumların kısa mesajları mı kurtarabiliyor onları sadece?

Bir ticari dalga bu dünya kupası. Aynı Anneler Günü, Sevgililer Günü, Babalar Günü gibi. Belki bu günler olmasa daha çok arayacağız sevdiklerimizi. Belki kalp desenli fonksiyonsuz ıvır zıvırlar bu kadar satılmayacak, kravat, gömlek üreticileri üzülecek ama gerçek duygularımızı bileceğiz, ne kendimizi kandıracağız, ne sevdiklerimizi kandırdığımız için teselli bulacağız.

Bu pazar Babalar Günü, ticari dalgalar ortak da çalışmasını bilir, kaç çocuk babasına dünya kupası kokan hediyeler alacak sizce?