Biz yayayız. İki ayağımızın üzerindeyken yayayız, tekerlekler üzerindeyken farklıyız.
Biz yayayız, trafiğin önceliği olan araçlardan sonra en dokunulmaz bileşeniyiz.
Biz, yayalık stajımızı komünal yaşamın bize sormadan tahsis ettiği iki kenarına ikişer sıra arabanın parketmesi için bize layık görülen ellişer santimetre genişliğindeki kaldırımlarda yaparız. Bana düşeni yapayım, kaldırımdan yürüyeyim derken araba galerilerinin ve bilimum esnafın bağımsızlığını ilan etmek suretiyle istila ettiği bu bize ayrılan alanların dışına çıkmak zorunda kalırız, karda kışta bu daracık kaldırımlar buz tutar, kayıp kafamızı gözümüzü yararız, daha sonra zıvanadan çıkıp “enayimiyim ben” deyip motorlu taşıtlara ayrılmış yollarda yürümeye başlarız.
Bu geniş alanların tadını aldık mı da bizi kimse tutamaz. Ülkenin her yerinde sonugelmez bir rahatlık ve umursamazlıkla, bizi geçmişte daracık alanlara sıkıştıran zihniyetten intikam alırız sanki. Bu dakikadan sonra artık düşünmesi gereken motorlu taşıtlardır, ne de olsa bize çarparlarsa onların başı derde girecektir. O kadar umursamayız ki, bize dikkat etmek zorunda olan slalom ustası motorlu araçlar o kadar yavaş giderler ki, trafik adı verilen akmaz katı madde, tüm illerde, yurtdışı temsilciliklerinde ve kuzey kıbrıs türk cumhuriyetinde durma noktasına gelir artık.
Şehir ve bölge planlamada çalışan kişiler, taşın ve toprağın altın cinsinden değerini birinci sıraya koymayıp, biraz da işin “planlama” kısmına önem verselerdi, bizler de haddimizi bilecek ve bize ayrılan geniş kaldırımlarda yürüyecek, motorluları da rahatsız etmeyecektik, ama gözümüz açıldı bir kere. Bundan sonra bize düşen, trafikte yaya devriminin artık genlerimize işlemiş bu özelliklerini yeni kuşaklarımıza aktarmaktır.