Bazen bir kaç insan çıkıyor, benim kelimelere dökemediklerimi düzgünce yazıyor:
Ece Temelkuran - KIYIDAN, Milliyet 11.01.2006
Kurban, grip ve diğer çocuklar
Tanrılar, çocuk tohumlarını gökyüzünden yeryüzü topraklarına serperken Anadolu’ya doğru savrulan çocuk tohumları daha baştan kederleniyorlardır muhakkak. Daha doğmadan küsüyor mudur canlarının çekirdeği? Tam doğarken, o büyük telaşta burada doğacaklarını unutuyor olmalı çocuklar. Çünkü unutmasalar, belki de hiç doğamazlar…
İlk bayram, ilk kurban
Kurbanlık koyunların yanlarında poz vermiş oğlan çocuğu fotoğrafları var gazetelerde. Gülümsediklerine bakılırsa henüz bu o çocukların ilk bayramı. Öyle gülümsediklerine bakılırsa bu yıl ilk kurbanlarını verecekler. Bayramın böyle bir şey demek olduğunu, bu ölümden sonra eğlenmeleri ve hiç bitmeyecek bir açlıkla yemeleri gerektiğini öğrenecekler.
Evlerinin önüne bağladıkları, sevdikleri, boynundaki ipi tutarak gezdirdikleri, hatta bazen isim verdikleri koyunlar kesilirken orada olacaklar. Okşadıkları tüylü deri alelacele etten sıyrılıp pusuda bekleyen tarikat arabalarına yığılırken bakakalacaklar.
Daha araba yolda henüz kaybolmuşken kesilen hayvanın eti kavrulmuş olacak ocakta, ekmeğin içine dürtülmüş lokma tıkıştırılacak çocuğun ağzına. Bu sırada acaba kurumuş mudur çocuğun alnındaki kan? Niye çocuklarını tüketiyor bu ülke durmadan? Ölüm bilgisini en erken öğrenen çocukların toprağı Ortadoğu. O yüzden bu topraklarda hiç bitmeyecek insanlığın savaşı…Ölmeyen İsmail
İbrahim, inancının ispatı olarak neden oğlu İsmail’i yatırıp kesmeye kalktı? Öldürüp kendini, katil olmaktansa cehenneme gitmeyi niye göze alamadı? Ve bu hikâyeyi dinleye dinleye büyüyen oğlan çocukları kendilerinin esas kurbanlık olduğunu, öyle ya da böyle, bilmezler mi kalplerinin bir yerinde?
Omurgaya işlenir bizden önceki hikâyeler, inanmasanız, bilmeseniz bile içinizdedir siz doğarken sizden önce bilinenler. Neden Cebrail’e, onun elinde bir koçla göklerden inmesine havale edilmiştir bu karanlık bilmece? İsmail sonra hiç babasını sevmiş midir acaba? Feda edilen bir can bir daha barışır mı kendi çekirdeğiyle?
Gelmeyen Cebrail
Kuş gribinden ölen çocukların babası hastane kapısında konuşuyor gazetecilerle. Acılıdır muhakkak. Ve fakat, yüzünde tuhaf bir ifade. Sanki gelmeyen Cebrail’in cürmü bu.
Hasta hayvanları ölmeden hemen evvel kesip yemek bir gelenektir burada. Batı’dan gelen “hijyen” bilgisi üst sınıflara aittir. Bu ülke, doymakla bitmeyen, hiç bitmeyen bir açlığın ülkesidir. Ne kadar çok kadınla sevişse de adamlar, kadınlara yine aynı açlıkla bakarlar. Ne kadar çok kurban eti yese de çocuklar yine de aç büyüyüp hasta hayvanları “boşa gitmesin” diye kesip yiyen adamlar olurlar.Sonra hastane kapılarında gelmemiş bir Cebrail’den şikâyet eder gibi, doktorlardan şikâyet ederler çocuklarının küçük tabutları önünde büyümüş oğlanlar. Yatılı okullar çöktüğünde altında kalan çocuklar için bu yüzden isyanlar çıkmaz bu toprakta. Savaşlarda ölen çocukların annelerine karşı, “Analar Sikorsky doğurmuyor” diyebilir komutanlar. Ölü çocuklardan bir harçla yükselebilir bu ülkede iktidar koltukları birbirine karşı. Kuş gribinden ölen çocukların haberlerini dinlerken bir yandan, bir yandan da yeni hasta tavukları sofralara getirebilir adamlar. Cahillik denip geçilirken arada karanlık bir bilmece atlanır. İbrahim, neden kendini değil de oğlu İsmail’i kurban etmiştir?
Ve Tanrı… Belki de O, İbrahim inanç sınavını geçtiği için değil, kendi yarattığı insanın vahşetini izlemeye daha fazla dayanamayacağı için Cebrail’le bir koç göndermiştir. Bu ülke, feda edilip de ölmeyen çocuklarının gözlerine bakabilir. Bu ülke, iktidar gömleğini her değiştirdiğinde İsmail’lerin boynu İbrahim bilgisiyle incelir…